19 Temmuz 2018 Perşembe

Mülakat Zor İştir (2) - Sizi Niye İşe Alalım?

Mülakat serimiz devam ediyor...

Mülakatta ilk imaj dakiklik, kılık kıyafet, el sıkma ve göz teması ile sağlanıyor. Bunlar basics, yani zaten beklenenler, sizi öne çıkartmıyor ama 1-0 yenik oyuna başlamanıza engel oluyor. İlk yazıyı okumayanlar okusun, sonra buradan devam etsin.

https://birazhayalet.blogspot.com/2018/05/mulakat-zor-istir-1-ds-gorunusun-onemi.html


Esas eğlence mülakat başlayınca. Birkaç çeşit mülakat var; 1-1, Grup, stress mülakatı benim yazacaklarım. 1-1 klasiktir. İlerideki yöneticinizle ve bazen yanında IKcıyla yapacağınız mülakattır.

Bir kere mülakat öncesi dersinizi iyi çalışın firmayı araştırın. Firma hakkında ekonomi dergilerinde çıkan haberleri, firmanın LinkedIn sayfasını vs hatmedin. Firmanın üst düzey yöneticilerini araştırın ortak noktanız var mı? Ayrıca üst yönetim incelemek size ilerisi için firmada şansınız olup olmadığına dairde ipucu verir. Mutlaka beraber çalışacağınız sizi işe alacak, mülakat yapacak kişiyi araştırın. Artık LinkedIn olduğundan bu işler kolay. Niye araştırıyorsunuz? Ortak nokta bulmak için. Misal aynı orta okuldansınızdır, sohbet koyulaşır. 

Mülakatta en dikkat edilen şey söylediklerinizin çelişmemesi. Misal bu genelde MT işe alım mülakatlarında çok olur; mülakatı yapanlar hangi bölümü istiyorsun, hangi bölüme kendini daha yakın hissediyorsun diye sorar. Denetim veya Kurumsal pazarlama demeyin. Ne alaka derler? Hazine veya İç Kontrol demeyin. Kendi içinde tutarlı olmalı dedikleriniz. Tabii gerçek cevap, işe ihtiyacım var, çalışmam lazımdır ama mülakatı yapanlar daha ulvi birşeyler duymak istiyorlar. Burada bakılan aslında kendinizi ifade etme şekliniz ve tutarlılık. Net olun. 

İlk soru klasik kendinizi tanıtın sorusudur. Çok uzatmayın. Şurda okudum, burda okudum. Yeni mezusanız stajlarınızı belirtin, birer ikişer cümleylede stajda ne yaptığınızı anlatın. Yeni mezunlar için bu lazım. Zira genelde staj deneyimi ciddiye alınmaz, fotokopi çekmiştir denilip, geçilir. O yüzden misal araya excelim çok iyidir, bir projede manuel olarak yapılan ve yarım gün sürdüğü söylenen xxx olayını bir makro yazıp 5 dakikaya indirdim, bir anda firmada excel canavarı diye adım çıktı, hiç fotokopi çekmedim diye bir hikaye anlatabilirsiniz. Veya java biliyorsunuzdur, birşeylere yardımcı olmuşsunuzdur, hikayenizi anlatın. Kimde Gazi Üniversitesinde Fotoğrafçılık Klubünde olmanızla ilgilenmiyor. Tabii 4-5 yılı aşmış deneyimli biri olarak bir mülakata giriyorsanız staj mtaj anlatmayın.


Deneyimli kişiler, geçmiş iş deneyimlerini anlatırken başvurdukları işe neden uygun olduklarının ipuçlarını versinler. Misal başvurdukları işte SAP deneyimi mi arıyorlar, geçmiş işlerinizde SAP kullanmış olabilirsiniz onu belirtin, SAP kurulum projesinde yer almış olabilirsiniz, anlatın. İş verenin duymak istediği şey şudur: ' bu adam / kadın bu işi daha önce yapmış, bunu alırsam hemen faydalanmaya başlarım'. İşveren sizden 6-7 ay sonra verim alabileceği hissine kapılırsa, işi başkasına kaptırma şansınız artar... Ayrıca bu ayrıntıları verirseniz, seni niye işe alalım gibi dallama sorulara da maruz kalmazsınız.

Devam edeceğiz...

https://www.linkedin.com/in/jacques-clouseau-7a6029169/

18 Temmuz 2018 Çarşamba

LinkedIn hesabımız aktif

LinkedIn hesabımız aktiftir. Bağlantı için aşağıdaki linki tıklayın.

https://www.linkedin.com/in/jacques-clouseau-7a6029169

15 Temmuz 2018 Pazar

İngilizce Mülakat

İngilizce mülakat Türkiye'de tam bir komedidir. Hele ki IKcılar yapıyorsa.

Rezillik olmasın diye birçok yer ya yazılı ingilizce sınavı yapar ya da Toefl, Ielts falan ister.

Ama bazen sonlara aşamalara kaldıysanız ve işe alım yapacaklar son 2-3 kişi arasında kaldıysa, veya başvurduğunuz iş gün içinde ingilizce konuşmayı veya yazmayı gerektiriyorsa mülakatın bir kısmı ingilizce geçebilir.

Bir kere gafil avlanmayın. Misal Citibank'a gişe görevlisi mülakatına gidiyorsanız elbette ingilizce mülakat olmayacaktır ama Citi'ye kurumsal bankacılık MT'si mülakatına gidiyorsanız evet az da olsa böyle bir ihtimal var. Veya ING Bank'a Financial Institutions ekibine mülakata gidiyorsunuz, ingilizce mülakat yapmazlarsa kabahat zaten. Başvurduğunuz işe ve kuruma göre uyanık olun.

Genelde Türkçe başlayan bir mülakat "Tell me about yourself" diye geniş bir cümleyle ingilizceye döner...

Hoş yurtdışı mülakatları da genelde pek farklı değildir onlar "walk me through your CV" falan diye daha havalı soru olmayan cümleler kurabiliyorlar...

Türkiye'de ingilizce mülataka giriyorsanız. 3-4 dakikalık kendinizi tanıtma kısmını hatasız ve ezberlemişsiniz hissiyatı olmayacak tempoya gelinceye kadar çalışın. Biz Türkler ingilizce yazarken ve konuşurken uzun uzun cümleler kurmaya bayılıyoruz. Kısa cümleler kurun. Genelde eğer mülakat Türkçe başlamışsa ingilizce mülakat kısmı 2-3 sorudan oluşur. Berbat bir ingilizceniz varsa karşınızdaki kişi kasmaz ve ilk soruda teşekkürler der ve tekrardan Türkçeye geri döner... İyiyse ingilizceniz "Where did you learn English" falan gibi osuruktan bir takip sorusu gelir veya öğrenci değişim programı ile (Erasmus) falan yurtdışına gittiyseniz onla alakalı bir soru gelir. Misal CVnizde yarım dönem İtalya gözüküyordur "I see you have been to Italy, what did you do in Italy" vb kıytırık sorular gelir. Amaç ingilizce konuşup konuşmadığınızın tespitidir.

Yutdışı mülakatlar ise esas ciddiye almanız gereken mülakatlardır. Klasik mülakat sorularının hepsini bekleyin. Kendinizi tanıtmanız istenecektir. Son işinizde ne yaptığınızı ayrıntılı olarak anlatmanız beklenecektir. Neden sizi alalım veya "how is your current role related with our job post?" falan hep gelir. Bildiğiniz mülakat gibi olacaktır. Paketiniz ve beklentiniz mutlaka sorulur özellikle bu görüşmeyi head hunter yapıyorsa, hazırlıklı olun. Bu konuyu ayrıca derinlemesine işleyeceğim ama tavsiyem: kısa cümleler kurun, bir soruya 3 dkdan fazla cevap vermeyin. İlginç hikayeleriniz olsun daha doğrusu başarı hikayelerinizi anlatın. Satışçıysanız, zorlu bir müşteriyi nasıl ikna ettiniz veya traditional olmayıp structured solution sunduğunuz bir örneğiniz var mı falan gibi sorulara hazırlıklı olun.

En önemli olay LinkedINde millet IK mülakatlarında en çok yapılan hatalar falan diye kendi kendilerine yazı yazıyorlar. Bunlara bakın ama kanmayın. Genelde bu yazıları yazanlar kendi reklamlarını yapmaya çalışıyorlar, yazıların içeriği genelde IKcılar böyle böyle yaparlar ama ben böyle böyle yapardım tadında oluyor. Dertleri size yardım etmek değil daha iyi bir iş bulmak bunların. Vakit kaybetmeyin.

Neyse görüşürüz...

14 Temmuz 2018 Cumartesi

İngilizce Nasıl Akıcı Hale Getirilir - İngilizce Geliştirme

Uluslararası bir firmada çalışmak istiyorsanız, yurtdışında çalışma / yaşama hayaliniz varsa ingilizcenizin akıcı olması lazım NOKTA.

İngilizce ile ilgili bir çok yorum alıyorum. Ne yapmalısınız?

Ülkemizdeki eğitim sistemi malum, anadolu liseleri bile artık iyi bir konuşma ingilizcesi veremiyor.

Ülke olarak çok gerideyiz.

Yurtdışında o beğenmediğimiz Orta Doğuda adamlar çocuklarını ingilizce eğitimine 4 yaşında başlıyorlar. O yüzden bir Mısırlının, Lübnanlının, Emiratinin gayet akıcı (aksan demiyorum dikkat) konuşma ingilizcesi oluyor. Iıııııı, ıııı... duymuyorsunuz. Aynı durum asyada da geçerli (Çin hariç). Sri Lanka, Pakistan, Hindistan, Singapore, HK, Endonezya bu ülkelerde yaşayanların gayet akıcı ingilizcesi var.

Bizde sıkıntı 80-90lı yıllarda ingilizce orta okulda başlardı yani 11-12 yaşında. Bu yaş yeni bir dil öğrenmek için çok geç... Bu sebeple özel bir yeteneğiniz yoksa, koleje gitmiyorsanız (Robert, Amerikan Kolejleri, TED Ankara falan kastım,  Samiha Şakir gibileri değil:) veya Kadıköy Anadolu, Bornova Anadolu vb. köklü Anadolu liselerinden değilseniz sağlam bir grammer alt yapısına da sahip olamıyordunuz ve konuşmanızda akıcılıktan çok uzak gak guk seviyesinde oluyordu. Üniversitelerdeki fiktif ingilizce eğitime girmiyorum bile. Şimdilerde ise dışardan görünüm sadece parası olan belli bir zümrenin iyi ingilizcesi olabileceği gibi... Tabii şu anki eğitim sistemine uzak olduğumdan çokta yorum yapamıyorum. Ama şunu söyleyebilirim; KPSS kitabından ingilizce öğrenilmez arkadaşlar...

Neyse hemen söyleyeyim bu iş kursa giderek belli bir yere kadar olur. Hiç ingilizceniz yok mu? O zaman kursa yazılın. Alt yapıyı yapın, grammer kurallarını öğrenin, tüm kurları tamamlayın. Kaytarmayın. Sınıf içi eğitim olsun (öyle kulaklıkla internetten olanlara para kaptırmayın), mümkünse gavur hocaların geldiğinden. 
 
Kursla, okulla bir şekilde ingilizcenizi okuma ve anlamanızı ve de grammerinizi intermediate yapın. Ama konuşma kısmı kurla olmaz. O kısmı yazıyorum işte:

Öncelikle kulağınızı çalıştırmanız lazım. Bunun için Türkçe birşeyler izlemeyi bırakıyorsunuz. Ertuğrul Diriliş dizisine veda edin, Ertuğrul Gazi'nin kahramanlıkları size kariyer olarak geri dönmeyecek ne de olsa...

Evinizi coach surfing yapanlara açıyorsunuz (https://www.couchsurfing.com/), veya evinizin bir odasını Airbnb ile yabancılara kiralıyorsunuz. Böylelikle evinizde sürekli olarak yabancı biri kalıyor olacak (tabii üniversite, iş hayatının başlarında falan olduğunuzu varsayıyorum) onlarla bol bol sohbet ediyorsunuz. Yemek yapmaktan, yaşadığınız şehre gezdirmeye kadar birçok konuda konuşabilirsiniz. İngilizceniz ancak yabancılarla konuşursanız gelişir. Kendinizi yabancılarla konuşmanız gerekeceği ortamlara sokun. Eviniz yok, evinizi açamıyor musunuz?

O zaman paranızı biriktiriyorsunuz, trenle backpacking europe yapıyorsunuz (yanınıza başka Türk almadan - Erkekler size diyorum olayı 2-3 arkadaş abaza turuna çevirmeyin). Girişken olun, yardım isteyin, herkesle konuşun. (https://www.euro-backpacker.com/transport/rail/)

Başka alternatifler, motorcuysanız, motorla tura çıkın. Coach surfing'i burada da kullanabilirsiniz.

Üniversitedeyseniz, work and travel'e bakın derim. (https://www.ciee.org/in-the-usa/work/work-travel-usa). Bu müthiş bir deneyim olabilir, hem 2 ay yurtdışı çalışma deneyiminiz olacak (mavi yaka oluyor, kasiyerlik, mutfak, sirkte bilet kesme vs. ama önemi yok. Burada kalsanız Sabancı'da CEO olacak haliniz yok). Arkadaşım sirkte bilet kesti ayda 2000 USD para kazandı...

Mümkünse yabancı sevgili yapın, ciddiyim, eliniz mahkum konuşmaya:)

Yani yapacağınız şey özetle
  • Hali hazırda ingilizceniz az veya yoksa önce kursa gidiyorsunuz. Dil bilgisini hallediyorsunuz. Tüm kurları alın, ben oldum diyip yarım bırakmayın, dil nankördür
  • Yabancı dizi ve haber (cnn, bbc) izlemeye başlıyorsunuz, Türkçe birşey izlemeyin
  • Coachsurfing vb sitelerle evinizi yabancılara açıyorsunuz ve sizde aynı şekilde ucuz yollu (back packing) yurtdışına gidiyorsunuz
  • Work & Travel'a bakıyorsunuz
2 senede halledersiniz bu yazdıklarımla... Bunları yapmadan ingilizce falan öğrenemezsiniz veya geliştiremezsiniz. Mülaktta tell me about yourself dendiğinde 2. cümleden sonra mala bağlarsınız. Oysa 5 dakika konuşsanız zaten size tell me about yourself diye soran dingilin 2. sorusu muhtemelen yoktur, bu biliyor ingilizceyi diyip eki eki kih kih diye pişkince gülüp Türkçeye geri dönecektir...

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Mülakat Zor İştir (1) - Dış Görünüşün Önemi


Ekibimden bir müdür önümüzdeki ay bölüm değiştirecek bu sebeple bir sürü mülakat yapıyorum. Malum 1-2 aya üniversiteler bitecek yeni mezunlar iş dünyasına atılacak. Şu an ben hali hazırda iş dünyasında olan deneyimli arkadaşlarla müdürlük pozisyonu için görüşüyorum. Gelenler öyle saçma hatalar yapıyorlar ki, yeni mezun ne yapmasın diyerek bu yazıyı mülakat konusuna ayırdım.

  1. Mülakata geç kalmayın. Bulunduğunuz şehrin trafiğini bilemem ama siz bilirsiniz, kendinizi ona göre ayarlayın. Erken gidin bekleyin. Geç kalmak sizde panik yapar, karşı tarafta ise olumsuz bir imaj oluşur. Geç kalırsanız 1-0 yenik başlarsınız
  2. Düzgün giyinin. Beyaz gömlekten saşmayın. Koyu renk takım elbise giyin. Erkekler hava 50 derece bile olsa kısa kollu gömlek giymeyin. Çok cafcaflı olmayan ama takım elbisenizi gösterecek bir kravat takın, çizgi film karakteri veya tuttuğunuz takımın amblemi falan olmasın. 
  3. Kemer ile ayakkabı aynı renk olsun. Çorap desensiz düz, takım elbisenizle aynı veya uyumlu olsun (hipster arkadaşlar var laci takım, mor çorap falan yapıyorlar, arkadaşlarınız tarzınızla dalga geçiyorsa inanın mülakat yapanda geçecektir). Ayakkabınız boyalı olsun. 
  4. Saat takın ama boncuklu bilekliğinizi işe başlayınca takarsınız, mülakatta evde dursun.
  5. Ter kokmayın. Erkekler tırnaklarınız uzun olmasın arasında kir hiç olmasın. Bayanlar ojede fantaziye kaçmayın, klasik takılın. Hijyen çok önemli. 
  6. İnsanlarla tanışırken ve mülakat bitip el sıkışıp veda edecekken ceketinizi ilikleyin ve el sıkışın. Göz teması kurun ve güler yüzlü olun. Parmak uçlarından tutmak diye bir el sıkışma şekli yok, erkekler “firm hand shake” eli kavrayarak el sıkmak demektir, bench presste 100 basıyorum dercesine milletin elini kırmaya kalkmayın.


Sakal ve Dövme. Sakal ne hikmetse dünyanın her yerinde kabul edilir oldu. O yüzden sinek kaydıya gerek yok. Kirli sakal olmasın ve bakımlı olsun.  Dövme iş koluna göre değişiyor; kurumsal bir işse, kıyafetleriniz dövmenizi kapatsın (riske girmeyin). Eskiden dövme direkt engeldi ama millet zamanı yakaladı, o kadar sıkıntı çıkmıyor artık.

Bayanlar Yiğit Özgür’ün dediği gibi memintolar da tombiktoymuş olabilir ama bu dekolte giyilerek sergilenmek zorunda değil. Dekoltenin fazlası bazı sıkıntılara yol açar; 
  1. Adam öküz gibi bakabilir, rahatsız olursunuz 
  2. Adam bakmamaya ekstra gayret gösterir ve mülakatı bir an önce bitirmeye çalışır
  3. Mülakatı başka bir kadın yapıyorsa, kıskançlık vs sebeplerle işi alamayabilirsiniz
 Açık ayakkabı risklidir, özellikle eski köklü lokal firmalar halen açık ayakkabıya soğuk bakıyor, yabancılarda bu sıkıntı yok, sandalet giymeyin tabii. Açık ayakkabı giyiyorsanız ayaklarınız bakımlı olsun.

Bayanlar makyajda ve saçta abartıya kaçmayın, kimse güzellik yarışması yapmıyor, düğüne de gitmiyorsunuz. 

Bunlar önemli mi derseniz, çok önemli... Dış görünüş ve işe alım hakkında birçok psikolojik çalışma var. Bunlar "basic"ler size işi aldırmaz ama -1'le mülakata başlamazsınız...

28 Nisan 2018 Cumartesi

Bordro Mahkumlarının Tatil Açmazları - 4 Yunanistan


Tekrar merhaba, yaz geliyor ve tatile yazılarımıza devam ediyoruz.

Yunanistan tatili son dönemde beyaz yakalılar arasında çok revaçta özellikle orta kademede sıkışıp kalanlar arasında. Şimdi bu kademedekilerin işi çok zor, hem hiçbirşeyden geri kalmamak istiyorlar , hem de bunu sağlayacak paraları yok. Çocuk özel okulda okumalı, tatile resort - yurtdışı - Çeşme/Bodrum gidilmeli, marka kılık kıyafet alınmalı vırt zırt... Bankaların ihtiyaç kredilerini çoşturan kitle bunlar işte. Hiçbirşeyden geri kalmak istemeyen orta seviye beyaz yakalılar. Ozel okula gitsin ama Doğa olmaz o McDonalds gibi... Ailenin Ayvalıkta yazlığı var ama olmaz illa ets’den 12 ay taksitle para saçalım, illa marka çanta olsun (Kızılay dağıtmış gibi Michael Kors var bayanlarda ki bu marka esasen bi Türkiye’de bu beğeniyi görüyor).. Neyse tabii bu masraf sarmalı ve artmayan maaşlar düşünüldüğünde arada sırada yapılan zengin tatillerine bazı akli selim orta seviyeli beyaz yakalılar dur dedi.

Yunanistan esasen yeni bir keşif değildi. Para sıçan kesim zaten Mikanos ve Santorini’den haberdardı. Orta kesim için Yunanistan; Kavala, Tasos, Halkidiki ve Selanik’e yapılan genelde araba ile gidilen bir tatildi.  Motorcuların ve kampçıların senelerdir gittikleri bu yerler gezi bloglarının, motosiklet vloglarının artması ile bilinir oldu. Sonra millet yavaş yavaş Alaçatı’da bize sokuyorlar 4 halka kalamara dünya para veriyoruz suyun karşı yakasında hayvanın kendisini o fiyata yiyoruz demeye başladı. Böylelikle ilkokul kitaplarından  beri körüklenen Yunanlıları suya döktük söylemi kardeş halklar, aslan komşi söylemine döndü. 





Orta seviye beyaz yakalılar hayatlarında ilk defa paralarının karşılığını aldılar ve bu onlara çok tatlı geldi. Kulaktan kulağa aslında Yunanistan’a araba ile gitmenin İzmir’e gitmek kadar sürdüğü, alaçatıda 3 günde harcanan paraya 1 hafta tatil yapılabildiği ortaya çıktı.

Buna bir tek Alaçatıda işyeri açan İstanbullular bozuldu ama düzeni değiştirecek bir durum olmadığından yaz geldiğinde gazetelerin ege eklerinden öteye giden bir serzeniş olarak kaldı.

Neyse Yunanistan tatilleri facebooklardan, instagramlardan 7 cihana duyruldu, dev kalamarlar ve barbayanniler like şampiyonu oldu ve Yunanistan tatili birden bire beyaz yakalıların vazgeçilmezi oldu.






Şimdi bu arkadaşların en büyük korkusu, çok Türk gidiyor işallah bozulmaz oraları (meali adamlar uyanıp bizde sokalım bunlara demesinler;)

Neyse sonuçta ben de gittim, tavsiye ederim...

13 Nisan 2018 Cuma

Bordro Mahkumlarının Tatil Açmazları - 3 Fethiye Hillside

Fethiye Hillside bir fenomendir beyaz yakalılar ve patronlar arasında. Paran olsa da gidemezsin. Misal şimdi deneyin ve temmuz’a agustos’a bir hafta yer ayırmaya calışın, yer yoktur. Ben ocakta denedim bu sene temmuz için yer yoktu. Öyle her beyaz yakalı gidemez, director seviyesi ve üstü, veya altında olupta aileden zenginler veya bonus alanlar veya ıkına sıkına para biriktirip hırs yapanlar. Son derece pahalıdır. Zaten mekanın kapasitesinin sınırlı olması ve paran olsa bile gidememen mekanı verdiği “cok iyi” hizmetle bir istek objesine dönüştürmüş durumdadır.

Hillside muhteşem bir doğaya kurulmuş bir tesistir. Denizi muhteşemdir, birkaç sene önce odaları da en nihayetinde elden geçirdiler odalarda güzel oldu, tesisde güzel. Temizdir, yemekler çok güzeldir. Hizmet gayet iyidir, çalışanlar yıllardır burada calıştığından mekanı baya benimsemişlerdir (veya güzel rol yapıyorlar). Çok pahalıdır…






Sıkıntı ayrıntılarda gizlidir. Buranın müdavimleri vardır, müdavimleri tanıyan aşçılar, garsonlar, resepsiyon bu kişilere çok bir farklı davranırlar bunu gizli yapmazlar çok alenen yaparlar. Akşam yemeğinde yemeklerin başındaki aşçının, `Ooo Tahsin Bey, bu sene geç geldiniz, ama demin gördüm sizi, etin en güzel yerini ayırdım` ulen bana niye etin boktan tarafını veriyorsun, kim bu Tahsin? Bu Tahsinler manyak bahşiş bırakırlar, görgüsüz olduklarından bahşişi de gizli veya adabıyla değil herkesin gözüne sokarak yaparlar. Tabii bu Tahsinler mekanın bir hatası değil, hayatın her yerinde varlar. Bir de bizim halkımız nedense garsondan, aşçıdan pohpohlanmayı sever, mavi yakalıyla iki kelam eden beyaz yakalının kendini halk adamı zannetmesi müthiş bir parodidir aslında. Izlediğinizde eğlenirsiniz, audemars piguet saat takan abinin aslanımlı, koçumlu konuşmalarını, garsonun bahsis almak için şekilden şekle girmesini. Ama bu her köşede ve her daim olunca batmaya başlar (en azından bana oyle oldu)




Resepsiyonda bedavaya verilen limonata, sahildeki barda fahiş fiyatadır (Tam bir Alarko ucuzluğudur bu, orada calışanlar ne demek istediğimi anlayacaktır). Tam pansiyon olan mekanda (değişiklik olduysa söyleyin) akşam ve öğlen `house` wine ve bira haricindeki içkiler paralıdır, yani rakıya para odemek zorundasın. Şimdi günahlarını almayalım, bazen rakı günü falan yapıp, rakı serviside yapmışlardı.

Buraya giden kitle genelde Türktur, rus falan yokur. Goreceginiz tek yabancı ırk Filipinlilerdir. Onların hikayesi de tatile yanlarında cocuklarının Filipino bakıcılarını da getiren kodaman patronların eşlerinin çocuk bakamama sendromundan kaynaklıdır, beyaz yaka calışanlar seve seve cocuklarına bakarlar J Turkiye’de tatil yaparsam sadece Hillside’a giderim derler (ayrıntı Turkiye’de tatil yaparsamda saklı), tatile nereye gidelim dendiginde sadece hillside derler… Hillside’a gittim demenin bir şey oldugunu zanneden bir kitle icin burası vazgecilmezdir. Is hayatında tatile Hillside’a gidiyorum demek, bir klübe ait olmak gibi bir hissiyat, ben de sizdenim demenin bir yoludur. Bunların bir kısmı daha junior unvandalarken “long weekend” yapıp alacatıya kaçıp, kazık yiyen şapsallardır.





Acı ama gercek…

Mekan guzeldir ama bu paraya cok daha iyi hizmet alabileceginiz yerler var ulkede…

Sırada Yunanistan adaları ve Herşey dahil ultra lüks Belek var...

ps. İmla hataları ile ilgili maillar alıyorum, laptop'un klavyesi Eng-Arabic, TR'ye software ile gecebiliyorum dogal olarak ister istemez hatalar oluyor. Diger bir durum ise dilbilgisi, imla vs. pek umrumda degil, rahatlama ve bilgilendirme icin yaziyorum blogu. Ortaokul Turkce ogretmenleri baska blog takip edebilir :)

9 Nisan 2018 Pazartesi

Bordro Mahkumlarının Tatil Açmazları - 2 Butik Otel olmazsa olmazım


Beyaz Yakalının yaz tatil destinasyonlarını yazmaya devam ediyorum. Alın işte bunlar:

(1)    Alaçatı & Çeşme
(2)    Thasos & Halkidiki featuring Selanik
(3)    Herşey Dahil Ultra Lüks Ucuz yollusu vs gerçeği
(4)    Fethiye Hillside

Bir dönem Butik otelciler vardı, ellerinde Butik Oteller kitabı gezerlerdi (Booking.com öncesi), allahtan Sevan Nişanyan eşinin üstüne bok attı ve bu dönem kapandı. İşallah bir daha açılmaz bu dönem, halen çevrede ben butik otelden baska otelde kalmam diyen kazık yemeden rahatlamayan bir güruh var ama o kadar olacak. 

Bu butik otel olayı ve Alaçatı fenomeni Taş Otelle başladı. Alın linkte verelim:
http://tasotel.com/otelimiz

Otelin sahibi Zeynep Öziş senelerce birçok kişinin girmek için ruhunu verebileceği Henkel’de yöneticilik yapmış, Boğaziçi mezunu biri. 2000li yılların başında zaten daha önceden gönül verdiği turizm olayına bu ev ile başlıyor. O yıllarda Alaçatı'daki tek taş otelde kendisininki, elbette sonra boşlugu gören ve gelip Alaçatıyı taş otel çöplüğüne çevirenler turuyor ama Alaçatı ve eski taş Rum evlerini restore etme olayı Taş Otelle başlıyor. Yanlış anlaşılmasın Taş Otel süper bir yer. Sıkıntı fırsatçıların gelip Alaçatı'yı bugünkü yolda yürünmez hale getirmiş olması ve belediyenin veya artık kim verdiyse bu izinleri, bu şekle gelinmesine göz yumması. Neyse ***miş **tün davası olmaz. Geçti artık.

Alaçatı fenomeni biraz da Zeynep Hanımın İstanbul'lu arkadaşlarının (üst düzey yöneticilerin) otelde kalması, Taş binaların doğal cazibesi, bir beyaz yakalının kariyer sarmalından çıkmasının fısıltı gazetesi şeklinde büyümesi ile bu günlere geldi. Ben işe başladığımda, üst dönemler eski bir üstadın sabite geçip, direktörlüğe yükseldikten sonra bir gün lanet olsun (god damn it man dedi herhalde) diyerek herşeyi bıraktığını ve Fethiye’ye gidip balık restoranı açtığını ve çok mutlu olduğunu anlatırdı. Üstadın adı, hangi birimde lanet olsun dediği falan hep bir muamma tabii. Bu Urban legend öyle bir hal almıştı ki, birebir aynısını kurum değiştirdiğimde gittiğim kurumda da duymuştum. Neyse...

Şu sıralar çok olan her kahve içmeyi sevenin 3.nesil coffee shop açması gibi (muhasebe bilmediklerinden batırıyorlar o kısmı ayrı tabii) bir dönem herkes taş  otel açtı Alaçatıda.

Gitmeyin demiyorum rakı balık keyfi yapacaksanız ve tüm senenin yorgunluğunu atacaksanız gidilecek yer değildir Çeşme diyorum. Gürültü, patırtı, kaos, trafik, görgüsüzlük bunlara alışkın olanlar için veya 20li yaşlardaki zengin çocukları için güzel ortamdır. 2-3 gün için yaşınız 30 üstü ve çocukluysanız gitmeyin bin tane yer var ülkede gidilecek aq.

20-30 yaş arası plaza bekarı insanlar salak saçma para bıraktıkları alaçatı long weekendleri ile üst yönetimdeki kalantorlara bende sizdenim mesajı vermek içinde biraz buralara gidiyor ama tabii kimse bunu dile getirmiyor....

Bunun daha beteri Fethiye Hillside'a tatile gittimcilerdir... O da bir sonraki yazımız...

8 Nisan 2018 Pazar

Bordro Mahkumlarının Tatil Açmazları - 1 I Love Alaçatı...

Tatil zamanı gelip çattı. Kusuruma bakmayın, tatil donemi gelmesiyle, 4-5 yazımız, beyaz yaka tatil alışkanlıkları üzerine olacak. Şimdi plazalarda bol bol Çesme, Alaçatı vs. Bodrum muhabbeti dönecektir. Her zaman olduğu gibi; size bu muhabbetlerin ve tatillerin tiraji komik taraflarını anlatmaya çalışacağım.

Bonusların yatmasını fırsat bilen bazı Beyaz Türkler şimdiden Cuma gecesi çıkış Pazartesi sabah dönüş THY - Pegasus biletlerini almıştır. İlerleyen aylarda facebookta İzmirlilerin, salak İstanbullular Çeşme'ye geldi, çeşmenin içine ettiler paylaşımları, İstanbullularında sana mı soracağım yaprağım, para bende huzur bende cevaplarını görecegiz. Klasik olarak bir iki gazetede Çeşme – Alaçatı, taş ev, eski vs yeni yazıları yazılacak, hah işte bu benim duygularıma tercüman olmuş paylaşımları bunu takip edecek.

Bebeklikten 20li yaşların sonuna kadar her yez çeşmede geçirmiş biri olarak, İstanbulların çeşmenin içine ettiğini düşünenlerdenim, kazıklanmayı da sonuna kadar hak ediyorlar. Tabii kazıklayanlar izmirli değil onunda altını çizmek lazım, kazıklayanlarda "İstanbul"lu (veya sonradan istanbul’a göç eden istanbullulardan).

Ben eksik kalmayayim yazayım. Şifne / Ardıç tarafinda şimdilerde dev gibi olan Yusuf’un Yeri bir pansiyondu, önünde 10-15 masa vardı. Aile işletirdi. Yanında Ferdi Baba vardı, orası da izbe (şimdi salaş diyoruz, daha cool oluyor) bir yerdi. Adam gibi yemek yerdin. Mekan sahipleri seni tanırdı, 15 kez gitsen, 1 kez sokarlardı, onda da ses etmezdin bir müddet gitmezdin, bir daha gittiğinde hesap yine düzelmiş olurdu.

Dalyan tarafı hep pahalı hep ışıklıydı, polis çevirmesi falan olurdu, ama insanlar balığını yer Paparazzi’ye doğru giderdi. Cevat’in Yeri en eski ve en güzeliydi.

Alaçatı’da bi bok yoktu. Çamlık yoldan sola döndüğünde halı saha ve araba kursu vardı. Alaçatı girişinde  döndüğünde spotçular, Oyak Bank, dev bir kıraathane işte bu kadardı alaçatı. Alaçatı’nın ilerisinde Surf Paradise ve Sea Side vardi. Daha herkes sörfçü olmamıştı. Sea Side ise güzel ama denizi soğuk denilen bir mekandı. Alaçatıdaki kıraathanede Ağustosta Cine 5’te maç izleyip, çiğdem çitletirdiniz, olay buydu.

Insanlar Şantiye, Yıldızburnu, Boyalık, Merkeztur, Venus sitesi şeklinde bölünmüş, denize girmek büyük plaj 2. kapı mı 4. kapı mı demekti. Paparazzi, iyi hizmet, otoparka verilen paranın yemeğe çevirilebilmesi açısından gidilebilecek en iyi beach’ti. Fly Inn’ler, Barcelona’lar 96-99 yıllarında yeni yeni açılıyor, herseyi yozlaştıran İstanbullular tarafindan bilinmiyordu. Vale diye bir kavram yoktu. Arabanı götürür efendi gibi park ederdin, Bir amca gelirdi, elindeki kocana tükenmez kalemle birşeyler çiziktirip mantıklı bir para alırdı. Öyle mekanı arayip, yer ayırtmalar, sabahtan akşama gitmesen bile parası ödenen masalar, öğlen vakti vodka şişelerini açtıran 18lik piçler henüz yoktu.

Önce Televole başımıza bu sıkıntıyı açtı. Alpay aslen Göztepe’yi tutar ama Altay’da meşhur olmuştur ve Altay’dan BJK’ye gitmistir. Televole muhabirleri Akın ve o zaman daha tıfıl olan Acun, yaz tatillerini çeşmede yapan, o zamanın gözde futbolcusu Alpay’ı, Alpay’ın onlarla olan samimi ilişkisinden ve tüm takım arkadaşlarını çeşmeye çağırmasından dolayı sık sık Televole’ye çıkarırlardı. Böylelikle 90’lı yılların sonunda Çeşme sık sık televizyonun o dönem çok izlenen programına konu olur. Sık sık Bodrum mu Çesme mi muhabbetleri TV’ye meze olmaktadır artık. Oysa İzmirliler Çesme’nin mevsiminin ne kadar kısa olduğunu bilir. Bilmeyenler için yazalım, mayısta 2 hafta, haziranda 2 hafta, temmuzun tamamı ve eylülde 2 hafta, Topu topu bu kadar. Ağustosta sörfçü değilseniz gitmeyin. Bodrum ise Nisanda başlar, Ekim ortasına kadar sürer… Neyin karşılaştırmasıdır anlamam senelerdir…

Tabii televole toplumun bir kesimine hitap eder, Çesmenin adı artık daha çok duyulmuştur. Yoksa eskiden Çesme, İzmirli için; müzik festivali, Çesme antik tiyatrosunda bir iki konser, süt darı, kumru, Mustafa Denizli, Altın Yunus, Dost pide ve Site spordur…

Ama esas çeşme ve alaçatı’yı Beyaz Yaka fenomeni yapan ise Taş Oteldir. Bu da tatil yazısı serimizdeki ikinci yazımız olacak… Plaza hayatından vazgeçip efsane iş nasıl kurulur yazacağım...


20 Ocak 2018 Cumartesi

CIA sınav içeriği değişikliği

Sık sık olduğu üzere, CIA sınav içeriği yine değişti.

Bilmeyenler için eskiden bu meret 3 bölümdü, sonra 4 oldu, sonra yine 3'e indirdiler. Sınav müfredatını ise zırt pırt yeniliyorlar. Gleim yeni kitaplar basıyor, IIA ve Wiley de keza öyle... Elbette bu sorgulanınca iş hayatı değişiyor, IT, güncellemeler falan filan deniliyor. Kısmen doğru da, ama değişen içerikler ne kadar iş dünyasını yansıtıyor, tartışmalı (tamamen kendi fikrim).

Sertifika olayının en kötü tarafı, bana ve birçok meslektaşıma sahtekarca gelen ve de mesleğe gölge düşüren tarafı, sınavı verdikten sonra CPE denilen "Continuing Professional Education"  daha önce yazdığım sürekli eğitim aldığınızı kanıtlamaya yönelik sistem. Elbette sertifikayı alıp, yan gelip yatmamanız lazım. Ama CPE kazanmak içi para vermeniz bekleniyor. Bu işte işin tadını kaçırıyor. IIA'dan kitap alıyorsunuz, aa bir de bakmışsınız CPE kazanmışsınız, okudun mu okumadın mı belli değil ama parasını bastırdı mı evet. Senede bir düzenlenen İç Denetim Konferansına gitmişsiniz, kanepe yiyip, dedikodu yapıp, öğle yemeğinden sonraki ilk kahve arasında kaçmışsınız, hooop 8 CPE kredisi daha gelmiş. Aynı İç Denetim dergisine abone olmuşsunuz, arkasındaki bulmacayı çözmüşsünüz aha 3 kredi daha. Para basıp, krediyi alıyorunuz. Bir de bu yetmezmiş gibi senelik belge yenilemelerinde paraları bayılıyorsunuz. Yuh yani...

Olayın tam bir para tuzağına dönmüş olması gerçekten, denetçiliğin özü ile bence bağdaşmıyor. Elbette derneklerin yaşaması için, üretmesi için paraya ihtiyaç var, ama bu şekilde mi olmalı?

Bence olması gereken sene sonunda, sektördeki gelişmeleri içeren, değişen uygulmaları anlatan, case incelemeleri olan 2-3 modülden oluşan e-learning'ler sunulmalı. Bunlar next tuşuna basıp basıp geçilmemeli, video kayıtlarında oluşmalı, her modül 1 saati aşmamalı ki videoyu açık bırakıp, helaya gitmeyelim. Modüllerin sonunda da basit bir çoktan seçmeli test olmalı. Veremezsen eğitimi tekrar almalısın vs. gibi. Bu eğitim içinde sembolik bir ücret alınmalı. Ama bu kimsenin işine gelmiyor maalesef... Bu basit bir öneri, IIA'ın ülke ekiplerinde ne değerli insanlar var, oturup kafa yorsalar çok daha süper önerilerle gelirle. Ben TİDE ekibinde çok kişi tanıyorum. Gerçekten çok kafalı ve bu işe gönlünü vermiş kişiler var, içlerine bu CPE sistemi gerçekten siniyor mu?

Neyse çok dağıttım. Sinav içeriği zırt pırt yenileniyor. Alın size link;

https://www.iia.org.uk/qualifications/certified-internal-auditor/what-you-will-learn/syllabus-changes-in-2019/


19 Ocak 2018 Cuma

Yurtdışına "kapak" nasıl atılır? (5) - Halen anlamayan varsa, LinkedIn'le olmaz

Biraz değil baya bir geçen yazımın tekrarı olacak ama ağır anlayanlar için yine yazmak istedim;

Zannediyorsunuz ki ülkemizde tier 1 diyebileceğimiz yerden mezun olmanız, üstüne MBA patlaşmış olmanız, bir de milletin dilinin bile dönmediği şahane uluslararası bir firmada çalışıyor olmanız, LinkedIn'de iyice cilaladığınız CV'niz ile Londra, Dubai, Singapur, Hong Kong, New York, Amsterdam'daki firmaların kapınızda yatmasını sağlayacak... LinkedIn'den yaptığınız başvurular hemen görüşmeye dönecek...

Maalesef telefonunuz tek tük çalacak.

Biraz somutlaştıralım. Boğaziçi / ODTÜ mezunusunuz, üzerine Bilgi'de Denerim masterı yaptınız, Big4'da 5. seneniz, managersınız. Bu sene SMMM de oldunuz.  Londra'da uluslararası bir firmanın "budget& reporting manager"lığına başvurdunuz. Veya Big 4'daki diğer firmaların aynı pozisynuna başvurdunuz.

ITÜ Endüstri Mühendisliği mezunusunuz, Boğaziçi'nde MBA yaptınız. Yabancı bir Banka'nın Corporate Banking ekibinde Relationship Manager'sınız. Tier 1 kurumsal müşterilere bakıyorsunuz.  Dubai'de benzer kalibredeki Bankalara aynı pozisyona başvurdunuz.

Üzgünüm 100 başvurunuzdan hiçbirine cevap dahi alamayabilirsiniz. Zira sizden çok var, daha düşük paraya çalışacak ise daha bile çok var.

İngiltere çok zor, zira vatandaşı olmayanları almak için iş kanunları gereği oldukça sancılı bir süreçleri var. Brexit ile EU vatandaşları için bile işler zorlaşacak.

Yapmanız gereken iyi üniversiteler, sertifikalar, MBAlerin yanına birşey koymak değil. Uluslararası bir firmada çalışmak, bu firma aracalığı ile yurtdışına gitmek. Bir Türk için en kolay yol açık ara budur.

Şöyle düşünün Türkiye'de güzel CV'nizle yola çıktığınızda kaç dönüş alıyorsunuz. İş hayatına yeni atılan bir kişi değilseniz, Türkiye'deki oyunu çözmüş olmalısınız. 5. seneden sonra üniversitenin önemi her geçen sene azalır, yerini çalıştığınız firmaların adı sanı, büyüklüğü,ölçeği ile bu firmadaki rolünüz alır. Türkiye'de maalesef master tamamen bir komedidir, ama bunu başka bir yazıya saklıyorum. Sonra başvurmak istediğiniz firmada kimi tanıyorsunuz, elden CV nasıl gönderebilirimler başlar...

Yurtdışının bir farkı yok. Bu sebeple en kolay yol, firma içi ilanlardır. Tabii firma içi ilana başvurmak yetmez, bağlı olduğunuz yöneticinin desteği şart, destekten kastım köstek olmasın. Yoksa Türkiye'deki adamın (GM, GMY değilse) size yurtdışı pozisyonu almanız için katkısı azdır. Esas önemli nokta, firmanızda çalışan expat'larla aranızı iyi tutun, hem insani ilişkileriniz iyi olsun, hem de işiniz iyi olsun ve bu expatlar sizin işinizin iyi olduğunu bilsin. Sizin yurtdışında çalışma isteğinizi bilsin. Malum expat bugün burada yarın başka yerde. İşte başka yere geçince size "Mexico'ya gelir misin?" diye bir mail atabilir. Veya siz adamın gittiği bir ülkede ilan çıınca adamdan sizi hiring manager'a refere etmesini iseyebilirsiniz. En kötüsü referans olur.

Bunu yapmak için gerekirse firma içinde ekip değiştirmeyi de göze alın. Expat yöneticilerin olduğu ekiplere geçin. Yöneticinizle açık olun, ben size 2 yıl 3 yıl commitment veririm ama benim isteğim bu sürenin sonunda yurtdışına gitmek, sizden ne gibi destek alabilirimi konuşun. Çok net olun, yöneticinizin kıvırmasına izin vermeyin, geniş geniş, tabii bizde destekleriz, bak hazineden Ali Almanya ofisine geçti derlerse, aa ne güzelmiş demeyin. Ali, Almanya'ya nasıl geçti, sürec bir anlatır mısınız diye sorun. Sonra Ali ile maillaşın, işin gerçeğini öğrenin. Pes etmeyin, işin peşini bırakmayın.

Firmanızdan yurtdışına gitmiş Türkleri bulun, gidenlerle bir şekilde iletişime geçin size şirketinizin yurtdışı süreçleri hakkında bilgi versinler. Şunu bilin iç ilanla da olsa, hiçbir iş ilana tıklamakla alınmaz. Çaba sarf etmelsiniz. İlana herkes tıklıyor.

LinkedIN'e girin, yurtdışındaki Türkleri bulun, CV'lerini inceleyin. Çoğunuun özelliği çalıştıkları firmalar ile yurtdışına gitmeleridir. Giderler, gittikleri ülkeye alışırlar 2-3 sene sonra iş değiştirirler.


Yeni mezunnsanız ve yurtdışında çalışmak istiyorsanız, baba parası, burs murs ile yurtdışında master yapıp iş arama imkanı yoksa (ki bunu işlemiştik, zor bir yol), en mantıklı yol (ki çok zordur) uluslararası bir firmaya girip, iyi çalışıp, kendinizi geliştirip, iyi network kurup, hedefinizi çizip doğru zamanı ve ilanı kollamaktır.

Bu yöntemin en zor kısmı, iyi bir çalışansanız, üstleriniz sizi bırakmak istemeyeceklerdir, commitment üstüne commitment isteyebilirler. 2 senede bir sizi terfi ettirip, ulen böyle giderse GM olurum moduna girebilirsiniz, saçma sapan borçlanmalara gidip vazgeçebilirsiniz, sizin iyi işiniz ile kendi işi parlayan bir üstünüz özellikle sizin yerinize koyacak biri yoksa önünüzü kesebilir...

Bu tarz olayları fark ettiğiniz anda yöneticinizle konuşun, benim yurt dışı olayını bir somutlaştıralım diyin, kariyer planlaması toplantısı isteyin. Türk firmada kariyer planlaması falan deseniz siktir git derler veya ben 40 yaşımda müdür oldum falan duyabilirsiniz ama yabancı firmalar alışıktır. Seve seve bu toplantı yapılır. Üst yöneticinizle konuştunuz, baktınız somut birşey yok, laga luga yapıyor, toplantıda ben bir de XXX beyle (yöneticinizin yöneticisi) görüşmek ve onun fikirlerini de almak istiyorum diyin. Bu durumda olacak olay yöneticiniz, kendi üstünü kendise zarar gelmeyecek şekilde bilgilendirecektir. Burası artık sizin firmayı ve karşınızdaki kişileri ne kadar bildiğinize göre değişecektir. Akıllı ve gerçekçi olun. Baktınız yöneticiler, sallamıyor sizi, o zaman siz o işi sallayın. 3'e 5'e bakmadan sektör değiştirmeden, terfien geçmeye çalışmadan, izin günlerim yanacaktı, bonusu da bekleyeyim demeden, kıdemimi yakmamayım demeden. Hemen kaçın oradan, hatta ben iş bakıyorum diye de söyleyin. Tabii adabıyla, bu işi çok feci tehditkar tavırlarla, küçük dağları ben yarattı havalarıyla yapan 2-3 yıllık yeni yetmeler var aman diyeyim öyle değil. Kimsenin istifasıyla firmalar batmaz. Burada ben gitmek istiyorumu ciddiyetiniz anlaşılsın ve cidden gidin diye söylüyorsunuz. Son çare olarak.

Neyse hedefinize kitlenin, cidden çalıştığınız firma ile gitmek nispeten en kolayıdır.

Görüşmek üzere...

18 Ocak 2018 Perşembe

Yurtdışına "kapak" nasıl atılır? (4) - Olmuyor, olmuyor, olmuyor aq!!!

Epeydir yazamadım, ama bomba gibi geri geldim.  Yurtdışı yazılarına devam;

Öncelikle kendinize dürüst olun, yurtdışı gerçekten istiyor musunuz? Çok meşakatli bir yol bu, "comfort zone"dan çıkmaya hazır mısınız? İngilizceniz yeterince iyi mi? Gidince dilim açılırla olmuyor... Evliyseniz eşiniz gerçekten istiyor mu? Hangi ülkeyi istiyorsunuz? O ülkeye hiç gittiniz mi? Örneğin Dubai'ye turist olarak gitmekle yaşamak çok farklı. O ülkenin "cost of living" ini hesaplanız mı? Çocuğunuz Türkiye'deki kıçı kıytırık anaokuluna bile bıraktığınızda ağlayan ve sosyal olmayan bir çocuk mu? Ne maaş almanız lazım vs. ne alabilirsiniz baktınız mı...

Bunlara baktınız halen gitmek istiyorsanız başlayalım...

CIA'lar, CISA'lar havalarda uçuşuyor, İstanbul İngilizce işletme üstü Bilgi'de MBAsin. Big 4da işe başlamışsın, 5inde senende ISO 100 içindeki firmada bütçe raporlama müdürüsün... Yurtdışı istiyorsun.. LinkedIn'den 1000 başvurun var ama ne arayan var ne soran. Nerde yanlış yapıyorsun??? Hiçbir yerde yanlışın yok aslında, yolun doğru ama bilgin eksik.

Hocam yukarıdaki gibi bir adamsan, sana kötü haberim var, senden çok var... Zebellah gibi denetçi, finansçı, bütçeci, finansal kontrollör kaynıyor yurtdışı. Kanada diye express başvuruda bu işlere puan vermiyor, hatta yer vermiyor sanıyorsun. Dubai, kaynıyor bizden. Bahrain, bankacı kaynıyor... Amerika seni ne yapsın; CPAli adam dolu.

Şimdi bilmeniz gereken şudur; Türkiye'deki top tier üniversiteniz Bahrain'deki Head Hunter'a hiçbirşey ifade etmiyor. Maalesef MBA'iniz de aynı şekilde...

Bu sebeple daha önce yazdığımız LinkedIn'den başvurdum niye aramıyorlar sorunuzun cevabı budur.
Yanlış anlaşılmasın, uluslararası sertifikanız mutlaka olsun, MBA falan iyidir para eder, Big 4 candır ve her zaman her yerde artısı vardır (içi sizi yaksa da:). Ama bunlar sizi Hollanda'daki iş için Hollanda'da yaşayan bir Polonya'lıdan ön plana çıkartmaz.

Bilmeniz gerekenler UK ve GCC'de çok iyi eğitim almış bu özelliklere sahip Hintli, Pakistanlı, Mısırlı ve Lübnanlılarla yarışıyorsunuz. Avrupa'da ise bu yarışa Polonyalılar dahil oluyor. Siz yurtdışında parannın ...mına koymayı planlarken, Hintli, Pakistanlı ve Polonyalılar cidden düşük rakamlara çalışmaya razılar. Bu ülkeden önceden yurtdışına giden insanlarda vatandaşını koruma, kollama ve lobi olayı üst düzey. Hatta bir iş yerinde belli bir ülkeden insanlar fazlalaşınca "Indian Mob", "Polish Mob" gibi laflar hemen dolaşmaya başlıyor. Biz burada çok zayıfız, yurtdışına kapağı atan Türklerin bir kısmı askerdeki bir zihniyete bürünüyor ve "ben çektim onlarda çeksin" diyip kimseye yardımcı olmuyor. Veya daha elitist bir yaklaşımla yurtdışında Türklerle tamamen ilişkisini kesiyor...

Öncelikle CV'nizi hazırlayın. Çalışmak istediğiniz ülkedeki CV hazırlama firmaları olur, onlardan birini bulun, kendi hazırladığınız CV'yi gönderin, parasını verin, adamlar düzeltsinler, sizin için daha profesyonel hale getirsinler. Bu CV'yi LinkedIn,e yükleyin. Sonra o ülkedeki kariyer sitelerini bulun. Misal Asya tarafında Monster çok etkili. UAE'de Bayt (LinkedIn'in muadili), efinancialcareers ve Gulf Talents iyidir.. Bunları bulun CV'leri yükleyin. Her gün 1 saatinizi ilanları inceleme ve ayırın.  Ve başvuru yapın. En iyi ihtimalle Skype'la falan görüşme kapabilirsiniz. Ama bu yöntemin tutma ihtimali cidden düşük. Zira gideceğiniz ülkede adam bitti de Türkiye'den mi adam alacaklar... 15 yılı aşan iş hayatımda bu yöntemle iş bulan bir elin parmaklarından az kişi tanıdım... Zor abi...

Çalışmak istediğiniz ülkedeki Türkleri bulun, iletişime geçin. Derdinizi yazın, belki düzgününe rastlarsınız :) Yapılacabilecek bir başka mantıklı şey, kendinizi bir ürün olarak düşünüp road show'a çıkın. 2 haftanızı çalışmak istediğiniz ülkede geçirin, o ülkeye gtmeden önce LinkedIn'den Head Hunterları bulun onlara cv'nizi gönderin, ben bu tarihlerde ülkedeyim, kendimi tanıtmak isterim vs. vs. diyin ve randevu almaya bakın. Böyle iş bulan iki arkadaşım var, bence bu da long shot ve şans...

Bir sonraki yazımda artık bu işin oluru nedir oraya değineceğim...